Ayrımcılık Yasağının Tamamlayıcı İlke Eşitlik Hakkı Çerçevesinde Değerlendirilmesi ve Aile Hayatına Saygı Hakkının Bu İlkeler Dahilinde Korunması


What is kindergarten? - Quora
KARAR İNCELEME
Ayrımcılık Yasağının Tamamlayıcı İlke Eşitlik Hakkı Çerçevesinde Değerlendirilmesi ve Aile Hayatına Saygı Hakkının Bu İlkeler Dahilinde Korunması
( Burcu REİS Başvurusu)
 
I.                İNCELEME KONUSU KARAR
 
Başvuru Numarası    : 2016/5824
Karar Tarihi               :28/12/2021
Resmi Gazete Tarihi : 27/1/2022            Sayı : 31732
 
II.             OLAYIN ÖZETİ
 
Başvurucu Burcu REİS, aynı işyerinde çalışan bazı kadın işçilere kreş imkanı sağlandığı halde kendisine bu imkan sağlanmadığı için aile hayatına saygı hakkının zedelendiğinden ve işveren tarafından ayrımcılık yasağın ihlal edildiğinden ayrıca yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden yakınmaktadır.
 
Dosyadaki mevcut bilgilerden anlaşılan oluşa göre;
Başvurucu, 03.10.2005 tarihinden 19.04.2011 tarihine kadar C. AŞ.’de çalışmıştır. Başvurucu 31.08.2006 tarihinde doğan çocuğunu 18.03.2010 ile 02.06.2011 tarihleri arasında işyeri ile anlaşması olmayan bir kreşe göndermiştir.
 
Başvurucu tarafından 17.06.2011 tarihinde işveren aleyhine tazminat davası açılmıştır. İşveren tarafından ayrımcılık yasağına aykırı davranılmış olmasından ötürü işverenin, ayrımcılık tazminatına mahkum  edilmesini ve ödemiş olduğu 4000 TL’lik kreş ücretinin yasal faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir. İşveren tarafından kreş konusundaki yasal yükümlülüğe uyulmaması sebebiyle ancak idari para cezasının uygulanabileceği, oysa işveren tarafından yükümlülüğe uyularak işçilere kreş imkanının sağlandığı savunulmuştur.
 
Davacı başvurucu iddiasını tanık vasıtasıyla ispatlama yoluna başvurmuştur. Yerel mahkeme tarafından dinlenilen tanıklar tarafından işyerindeki bazı kişilerin kreş hakkından yararlandırıldığı bazı kişilerin ise yararlandırılmadığı, haktan yararlandırılacak işçilerin belirlenmesindeki ölçütün ne olduğunun bilinmediği, aynı işçinin çocuklarından biri için bu hak sağlanırken diğer çocuk için sağlanmadığı beyan edilmiş ve işyerinde hala kreş imkanından faydalandırılan işçilerden birkaçının ismi verilmiştir. Yerel mahkeme tarafından bu işçilerin adı verilerek kreş ödemelerine ilişkin belgelerin sunulması istenilmiş, farklı zamanlarda 2 defa ihtaren aynı belgeler talep edilmiş ancak işveren tarafından ilgili belgeler sunulmamıştır.
            Yerel mahkemenin yaptırmış olduğu bilirkişi incelemesi neticesine alınan raporda; “işyerinde, personelin çocukları için kreş yardımından yararlanacağına ya da bu kişilere kreş ödemesi yapılacağına dair yazılı bir uygulamanın bulunmadığı, bununla birlikte tanık anlatımlarından işverenin mağaza bazında kreş uygulaması gerçekleştirdiğinin anlaşıldığı” ve başvurucu tarafından ödenen kreş ücretinin 4.650 TL olduğu, işveren tarafından ödenmesi gereken ayrımcılık tazminatının 3.787,28 TL olduğu tespit edilmiştir.
 
III.           MERCİİLERİN ÇÖZÜM ŞEKLİ
 
A.  Yerel Mahkeme Kararı:
 
İş Mahkemesi tarafından 19.06.2013 tarihinde dava kısmen kabul edilerek, başvurucu lehine 3.787,28 TL ayrımcılık tazminatının ödenmesine; kreşe ödenen bedelin tazmini isteminin ise işveren tarafından sağlanan kreş imkanının sadece işyeri ile anlaşmalı kreşlere özgü olduğu ve başvurucu tarafından herhangi bir ödemenin yapıldığının ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
 
B.  Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Kararı:
 
Yerel mahkeme kararı her iki tarafça temyiz edilmiştir. Yargıtay dairesinin yaptığı inceleme neticesinde 16.02.2015 tarihinde “başvurucunun 4857 sayılı Kanunun 5. Maddesinde düzenlenen ayrımcılık sebeplerinin gerçekleştiğini ispatlayamadığı” gerekçesi ile mahkeme tarafından ayrımcılık tazminatına hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğuna, bu sebeple yerel mahkeme kararının bozulmasına hükmedilmiştir.
Dosyanın İş Mahkemesine tekrar gönderilmesi üzerine mahkemece bozma kararına uyularak 14.10.2015 tarihinde ayrımcılık tazminatı yönünden de dava reddedilmiştir. Karar 12.01.2016 tarihinde Yargıtay dairesince onanmıştır.
IV.           ÇÖZÜMLENMESİ GEREKEN HUKUKİ SORUN
 
·       İşverenin yükümlülükleri arasında yer alan eşit davranma yükümlülüğü çerçevesinde işçiler arasında yapılan farklı uygulamaların ayrımcılık yasağı ilkesini zedeleyip zedelemediği,
·        Bu yükümlülüğün aile hayatına saygı hakkını kapsayıp kapsamadığı,
·       Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilirliği
konularına açıklık getirilmelidir.
 
V.              DEĞERLENDİRMELER
 
Anayasa Mahkemesi tarafından öncelikle Anayasamızın 10. Maddesi ile düzenlenen eşitlik hakkının ayrımcılık yasağını içerip içermediği değerlendirilmiştir. Anayasamızda ve kanunlarımızda doğrudan ayrımcılık yasağı başlığı altında düzenlenen bir hüküm bulunmadığına değinilmiş, ancak eşitlik ilkesinin ayrımcılık yasağını da kapsayan bir norm olduğundan ve ayrımcılık ilkesinin etkili biçimde hayata geçirilmesiyle eşitliğin sağlanabileceğinden bahsedilmiştir. 4757 sayılı İş Kanunu’nun 5. Maddesinde de benzer bir yaklaşımın kabul edilerek “İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.” Hükmü ile düzenleme yapıldığı, “ve benzeri sebep”  ile sınırlayıcı sayım yapılmadığı ve somut olaya göre değerlendirme yapılarak ayrımcılık yükümüne aykırılığın tespit edileceği vurgulanmıştır.
İşçilere yapılan farklı muamelenin ayrımcı olarak nitelendirilebilmesi için de bir takım şartlar belirlenmiştir. Bu şartlara göre;
·       Farklı muamele, nesnel ve makul bir gerekçeye sahip değilse,
·        "tercih edilen araç ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi " yoksa,
·       Aynı veya göreceli olarak benzer durumda olan kişilere başka başka tutum ve davranışlarda bulunuluyorsa,
Muamelenin ayrımcı nitelikte olacağı belirtilmiştir.
             Özellikle aynı veya göreceli olarak benzer durumda olan kişiler yönünden açıklama getirilmiş her farklı muamelenin otomatik olarak eşitlik ilkesini tabiatıyla ayrımcılık yasağını ihlal etmeyeceği vurgulanmıştır. Kabule göre işçilerden aynı durumda olanlara aynı, farklı durumda olanlara farklı muamele uygulanabilecektir. Ancak bu farklı muamele işveren tarafından objektif bir nedene dayandırılmalı ve farklı muameleye tabi tutulan kişiye aşırı bir külfet yüklemeyerek makul bir amaca ulaşılmalıdır.
 
Olayda Başvurucunun durumunun işverenin kreş imkanı sağladığı kadın işçilerle benzer olduğu tespit edilmiştir. İşveren tarafından ise yapılan farklı muamelenin sebebi açıklanmadığından objektif bir neden görülememiştir.
 
            İşyerinde aynı veya göreceli olarak benzer durumda bulunan kişilere farklı muamelede bulunulduğunun tespiti başvurucuya aittir. “Farklı muamelenin ilk bakışta anlaşılabildiği hallerde başvurucunun herhangi bir ispat çabasına girişmesi beklenemez.” Başvurucu tanıkları ile işyerinde farklı muameleyi ispatlamıştır ve bu muamele ilk bakışta anlaşılabilecek niteliktedir. Artık farklı muamele sebebiyle ayrımcılık yapılmadığını ispatlama yükümü işverene ait olacaktır ancak işveren tarafından ispat çabası gösterilmemiştir.
 
             Aile hayatına saygı hakkı kapsamında yapılan değerlendirmelerde AİHM kararlarına dayanılarak, özel ve aile hayatına saygı hakkının düzenlendiği ilgili maddelerde devlete, ebeveyne çocuk bakımıyla ilgili mali imkanlar tanınması konusunda herhangi bir pozitif yükümlülük yüklenmediği; bununla birlikte çocuk bakımıyla ilgili ödemelerin aile yaşamını geliştirdiği ve aile yaşamının organize şeklini etkilediği kabul edilmiştir. Anayasamızda 20. Madde ile düzenlenen aile hayatına saygı hakkının korunması, 41. Madde ile devlete sorumluluk olarak yüklenmiştir. Her ne kadar madde metinlerinde ebeveynlere maddi katkı sağlanması yer almasa da anlaşmazlık konusu olan “kreş imkanının sağlanmasının aile düzenini sağladığı dolayısıyla ailenin huzur ve refahını korumasıyla ilgili bir tedbir olduğu açıktır.” Şeklinde değerlendirmeler takdir olunmuştur.
 
            Açıklanan gerekçelerle Aile hakkına saygı hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasının kabulüne karar verilmiştir.
 
            Makul sürede yargılanma hakkının ihlali yönünden yapılan değerlendirme neticesinde 6384 sayılı Kanun gereğince Anayasa mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörüldüğünden “başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
VI.           GÖRÜŞ
 
 
T.C. Anayasasının Başlangıcında  “Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu”  ifadesi yer almaktadır. Anayasaların başlangıç kısmında yer alan ifadeler belki maddi birer norm özelliği taşımıyor olarak görülebilir ancak her başlangıcın önemi devamında yapılan düzenlemenin anlamını taşıyor oluşundan gelir. Yani anayasamızın başlangıcında yer alan her açıklama somut olarak madde metinlerinde yer alan hükümlerin koyuluş amacını ifade etmektedir. Yukarıda Anayasamızın başlangıç metninden alıntılanan kısım şu anda incelemesi yapılan karar açısından birçok önemi taşımaktadır.
 
İlk olarak her Türk vatandaşının anayasal haklardan eşitlik ve sosyal adalet gözetilerek yaralanması amacı göze çarpmaktadır. Bu bir cümle anayasal devlet ilkesinin kanımca en temel taşını oluşturmaktadır. Zira devlet vatandaşlarını hukuki anlamda memnun edebildiği ölçüde gücünü korur.  Devamında hukuk düzeni içerisinde kişilerin maddi ve manevi varlığının korunup geliştirileceğinin amaçlandığı gösterilmektedir. İnsan sadece cismani bir varlık değil tüm duygu ve düşünceleri ile de  bütünlük arz eden canlıdır. Bu sebepledir ki hukuk kişilerinin manevi varlığının korunması da sağlıklı bir toplumun devamı için şarttır.
 
            Anayasamızın başlangıcında da hususiyetle vurgulanan Eşitlik hakkı uluslararası hukukta İHAS’ın 14. Maddesi ile vücut bulmaktadır. Maddeye göre "Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, mülkiyet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." İHAS’da eşitliğin sağlanması hususunda düzenleme yapılırken maddede sayılan sebepler ve herhangi başka bir duruma dayalı olarak ayrımcılık yapılamayacağı da hüküm altına alınmıştır. Kişiler arasında eşitsizlik oluşturabilecek sebeplerin sınırlayıcı olarak sayılmadığı, sebeplerin geniş olarak değerlendirileceği ve eşitliğin sağlanabilmesi için ayrımcı tutumların yasaklandığı madde metninden anlaşılmaktadır. Yani eşitlik ilkesi ayrımcılık yasağını da içine alan ancak sadece ayrımcı fiillerle ilgilenmeyip bunun haricindeki diğer olguları da kapsayan üst bir temel hukuk ilkesi olduğu idrak edilmektedir.
           
T.C. mevzuatlarında ise bu ilke temel olarak anayasamızın 10.maddesi ile tezahür etmektedir. “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir…
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. “ hükmü ile hak koruma altına alınmıştır.  Bu hükümde de eşitliğin temel olarak hangi durumlarda sağlanması gerektiği sayılmış ayrıca “ve benzeri” sebeplerle denilmek suretiyle kişiler arası eşitliğin sağlanmasında İHAS ile benzeri düzenleme yapılarak farkı sebeplerin de ilkenin zedelenmesine yol açabileceği öngörülmüştür. Maddenin son fıkrası ile devlet organlarına bir yükümlülük getirilerek her durumda eşitliğin sağlanması gerektiği ve devlet organları tarafından korumanın resen gözetilmesi zorunlu kılınmıştır.
 
            İş hukuku özelinde ise 4857 sayılı İş Kanunun Eşit Davranma İlkesi başlıklı 5. Maddesinde “ İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.” Hükmü ile işverene ayrımcılık yapmasının yasaklanması suretiyle işçilerine eşit davranması yükümü yüklenmiştir.
 
            Eşitliğin sağlanması konusunda özenle üzerinde durulması gereken bir husus vardır ki hakkın korunmasının ne ölçüde sağlanması gerektiği değerlendirilmelerinde önem arz etmektedir. Bu her halde, her hukuk kişisine aynı imkanların sağlanması ve aynı tutumun sergilenmesiyle kişiler arası eşitliğin sağlanıp sağlanamayacağıdır. İnsan ihtiyaçlarını karşılaması için toplum içinde yaşaması zorunluluğuna bağlı olarak sosyal bir varlıktır. Sosyal toplum içerisinde her bireyin bir rolü ve konumu vardır. Bu konumları bireyin  sosyal statüsü olarak adlandırmaktayız. İşte bu statü yapılanması gereğince her birey her durumda aynı konumda olamayacaktır. Aksini kabul edilmesi aynı 2’nin 1’e eşit olduğunu savunmak ne kadar mantıksızsa o kadar mantıksız olacaktır. Zira belki de toplum içerisinde daha fazla görev alan ve daha fazla sorumluluğu bulunan kişi ile toplumsal rolü ve etkileşimi daha az olan kişiye sarf ettikleri emek karşısında aynı kazancın sağlanması sonucu ortaya çıkabilecektir ki bu durum da eşitsizliğin bir örneği olarak karşımıza çıkacaktır.
 
            Anayasa Mahkemesi tarafından bir muamelenin ayrımcı sayılabilmesi bakımından bir takım kriterler belirtilmişti. Bunlar
·       Farklı muamele, nesnel ve makul bir gerekçeye sahip değilse,
·        "tercih edilen araç ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi " yoksa,
·       Aynı veya göreceli olarak benzer durumda olan kişilere başka başka tutum ve davranışlarda bulunuluyorsa,
Muamelenin ayrımcı nitelikte olacağıydı.
 
Bunlar içerisinden “Aynı veya göreceli olarak benzer durumda olan kişilere başka başka tutum ve davranışlarda bulunuluyorsa,” kriteri yukarıda yapılan açıklamaları destekler mahiyettedir. Eşitliğin sağlanması ve eylemin ayrımcı olmaması bakımından eşit davranılacak kişilerin aynı veya benzeri durumda bulunuyor oluşu başlıca dikkat edilmesi gereken değerlerden birini oluşturmaktadır. Bu konuda ben de anayasa mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeye katılarak farklı durumda bulunan kişilere farklı muamelenin uygulanabileceği kanaatindeyim. Ancak kişiler arası “farklı durumun” tespitinin de incelikle değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Farklılık yaratan durumun objektif ve makul sebebi ortaya konulmalıdır. Ayrıca bu farklı duruma bağlı olarak maruz kalınan farklı muamelenin de kişiler bakımından eşitliğe aykırılık olacak şekilde ağır sonuçlara sebebiyet vermemesi gerekmektedir. Yani bir kişiye sağlan imkanın diğer kişiye sağlanmamasının bir sebebi bulunsa bile bu sebebin nesnel olarak belirlenmesi ayrıca kişinin mahrum bırakıldığı hak ile mahrum bırakılma sebebi arasında illiyet bağının bulunması ve ulaşılmak istenilen amaç ile eşitliğin ihlal edilmemesi gerekmektedir.
 
Bu kriterlerin dayanağı olan AİHM Kararları Anayasa Mahkemesi Kararında belirtildiğinden ve incelememiz özet mahiyetinde olduğundan burada ayrıca değinilmeyecek olup detaylı inceleme için kararın orijinal metninin incelenmesi tavsiye edilmektedir.
 
Eşitlik ilkesi mahiyeti gereğince diğer hakları destekleyici niteliktedir. Ortada ihlal edilen bir eşitlik varsa bunun mutlaka hangi sebebe dayandığı mutlaka bilinmelidir ki sebebin kişiler arasında eşitliği ne şekilde bozduğu tespit edilebilsin. Bu sebeple ilkenin hangi hakkın yerine getirilmediğinden yakınılıyorsa onunla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
 
Başvurucu işyerinde bazı çocuk sahibi kadınlara kreş imkanı sağlanırken kendisine bu imkanın sağlanmadığını neticeten aile hakkında saygı hakkının zedelendiği iddiasındadır.
Aile hayatına saygı hakkı İHAS’ın 8. Maddesi ve Anayasamızın 20. Maddesi ile koruma altına alınmış bu hakkın korunması için 41. Madde de ayrıca bir düzenleme yapılarak devletimizin yükümlülüğü tekraren vurgulanmıştır.
 
Anayasamızda da ifade bulduğu üzere “Aile, Türk toplumunun temelidir”. Aile kurumunun önemi böylece bir kez de anayasal düzenleme ile zikredilmektedir. Aile hayatına saygı diğer bireylerce manevi fiillerle gösterilebileceği gibi birtakım maddi değerlerle de gösterilebilir. Bu değerler bakımından olay konusu güzel bir örnektir.
 
Başvurucu kreş imkanından yararlanamaması sebebiyle aile hayatının zedelendiğinden yakınmaktadır. Burada kişinin beklentisi kendisine birtakım işverenden alınan maddi destek ile başvurucunun maddi kayba uğramamasıdır. Bu beklentinin karşılanmasının aile hayatına saygı kapsamında değerlendirilebileceğine ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak madde metinlerinde ve benzeri gibi ifadeler kullanılarak başkaca koruma önlemleri ve imkanlarla hakkın gereğinin yerine getirebileceği kabul edilmiştir.  Çocuğun gelişimin ve anne babanın çocuğun gelişimine ayırabileceği eforun aile hayatını ilgilendirdiği malumdur. Bununla birlikte çalışan anne ve/veya baba çocuğun gelişiminde düzenli bir eğitim ve bakım görevi üstlenen kreş, anaokulu, okul gibi kurumlar vasıtasıyla aile içerisinde de bir düzeni sağlayabilecektir. Bu bakımdan kreş imkanının aile hayatına saygı hakkı kapsamında kaldığı da su götürmez bir gerçektir.
 
Aile hayatına saygının sağlanması bakımından kreş imkanı sağlanması gerektiği kabul edilmekle birlikte işverence başvurucu lehine böyle bir imkanın tanınmamasının eşitler arası eşitsizlik yaratıp yaratmadığına da değinmek gerekmektedir. Ayrımcılık yasağının eşitlik ilkesi kapsamında değerlendirileceği yukarıda açıklanmıştı. İş Kanunumuzun 5. Maddesinin son fıkrasında işveren tarafından eşit davranma yükümlülüğüne aykırı davranıldığını ispat külfeti işçiye yüklenilmiştir. İşçi tarafından işverenin yükümüne aykırı davrandığının tasavvur edilebileceği kadarıyla ispat edilmiş olması halinde yükümlülüğe aykırı davranılmadığının ispatı işverene geçecektir.
 
Başvurucu iddiasın ispatı için tanık deliline başvurmuş ve tanıklar tarafından farklı muamele ikrar edilerek neden farklı muamelede bulunulduğuna ilişkin sebebin işçiler tarafından bilinmediği hala işyerinde bu imkandan yararlanan işçilerin bulunduğu beyan edilmiştir. Başvurucu iddiasını kendine düşen kadarıyla ispatlamıştır. Artık işveren tarafından yapılması gereken işçilere farklı muamelede bulunulmadığını ve farklı muamele varsa bunun işçiler arasında farklı bir durum olması nedeniyle objektif nedene dayandığının ispat edilmesidir. Ne var ki işveren tarafından mahkemece istenilen belgeler sunulmadığı gibi başvurucunun iddialarının karşı ispatı da yapılmamıştır. Mahkemece yapılan inceleme neticesinde işçilerin konumunun benzer durumda olduğu farklı muameleye ilişkin objektif bir nedenin tespit edilemediği belirtilmiştir. Bence de tespitleri yerindedir. İşçilerin benzer durumda olduğu mahkemece ilk bakışta anlaşılabilmiştir. İşveren tarafından mahkemenin istediği belgeleri göndermemesi de yapılan hukuka aykırı ve ayrımcı işlemin belge saklanmak suretiyle gizlenmek istediği izlenimi vermektedir. Özellikle yerel mahkeme dosyasında tanık olarak dinlenilen Z.İ.’nin “çalıştığı süre boyunca birinci çocuğunu işverenin anlaşmalı olduğu bir kreşe gönderdiğini ancak ikinci çocuğunda benzer bir imkanın sağlanmadığını” beyan etmesi de işverenin imkanı keyfi olarak sağladığının göstergesidir. İşveren tarafından aksi ispat edilmediğinden ve tanık ifadelerinin doğru olduğunun asıl olmasından başvurucunun iddiaları ispatlanmıştır.
Yerel mahkeme tarafından işveren tarafından sağlanan kreş imkanının sadece işyeri ile anlaşmalı kreşlere özgü olduğu gerekçesiyle kreş bedelinin iadesi isteminin reddine kararı da hukuka aykırıdır. Yerel mahkeme tarafından bu gerekçeye dayanılarak karar verilebilmesi için işverence başvurucuya kreş imkanının sağlanmasının ardından başvurucunun işverenin yardımını reddederek çocuğunu başka bir kreşe göndermesi gibi bir durumun oluşması gerekmektedir. Başvurucuya bir seçenek olarak kreş imkanı tanınmamasına rağmen çocuğunu işverenin anlaşmalı olduğu bir kreşe göndermesini beklemek olası değildir.
 
Açıklamalar neticesinde Mahkemenin aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğu kararının yerinde ve gerekçeleri sağlam temeller üzerine kurulu, hukuki anlamda tatmin edici olduğu görüşündeyiz.
 
Son olarak başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi konusuna değinilmiştir. Bu hususta 6384 sayılı kanunun Anayasa mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından inceleneceği açık hükmü sebebiyle Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru yollarının tüketilmemesi sebebiyle iddianın kabul edilemez olduğu kararına karşı bir itirazımız bulunmamaktadır. 


ETİKETLER: #